Abdullah Gül’den İmamoğlu sözleri

Abdullah Gül açıklamasında, “Vaktiyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve şahsıma yapılan haksızlıkları kamu vicdanının nasıl kabul etmediğini hatırlayalım. Misal yanlışlıklar halkın iradesiyle belediye başkanı seçilmiş olan Ekrem İmamoğlu’na da yapılmamalı” sözlerini kullandı.

Abdullah Gül’ün açıklamasını Karar gazetesi müellifi Mehmet Ocaktan köşesinden aktardı.

Ocaktan’ın yazısı şöyle:

Genel manada bakıldığında Gül’ün değerlendirmeleri, temel Türkiye’nin problemleri ve tahlil noktasında bir bakıma ufuk çeşidi niteliği taşıyor. Lakin benim açımdan öne çıkan iki nokta var ki bunlar hepimiz için hayati bir kıymet taşıyor. Gül’ün altını çizdiği iki değerli nokta özetle şöyle:

1-Vaktiyle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a ve şahsıma yapılanlar, Ekrem İmamoğlu’na da yapılmamalı.

2-Eğer hukuk ve hakkaniyet kaybedilirse, Türkiye kaybeder.

İnanıyorum ki Abdullah Gül’ün değerlendirmesi, içinden geçtiğimiz kabus dolu günlerin biraz olsun anlaşılmasına kıymetli katkı sağlayacaktır. Açıklamanın tamamını motamot sunuyorum:

“Son günlerde İstanbul Belediye Başkanı ve beraberinde birçok kişinin gözaltına alınmasıyla başlayan süreci yakından telaşla izliyorum.

Türkiye içinde olduğu üzere Türkiye dışında, yabancı basında da geniş yankı bulan bu sürece gelinmesi hakikaten hüzün verici.

Halbuki içeride, ekonomik ıslahat programına olan itimat giderek artmışken, çok büyük sorunlarla dönem alınan iktisatta, problemlere karşın bir toparlanmadan bahsedebiliyorduk. Tekrar itimat ortamı oluşmaya başlamıştı.

Yine içeride siyasi manada kritik gelişmelerin içinden geçtiğimiz bir periyoda girdiğimiz malum. Uzlaşı ve diyalog lisanını yakalamak üzereydik.

Tarihi bir adım olan “barış sürecini” desteklediğimi daha evvel açıkça beyan etmiştim.

Çok cesurca başlatılan bu süreçte, sabırlı bir biçimde stratejik adımlar atılarak 4o yıllı aşkın süregelen bir sorunun aşılabilmesi ihtimali hepimizi elbet heyecanlandırdı. İçimizi umutla doldurdu.

Dış siyaset manasında, ne kadar stratejik bir jeopolitik kıymete sahip olduğumuzu Avrupa ve ötesi sonunda tekrar kavrayabildi.

Gerek Suriye’deki yeni idareyle münasebetlerimiz gerekse Filistinli kardeşlerimizin uğradığı mezalime ait Arap ülkelerinden bile fazla çıkardığımız sesimiz sağlam duruşumuzun göstergesi. Bu mevzularda sürdürülebilir tahlil arayışlarının değerli bir kesimiyiz.

Rusya-Ukrayna savaşının sona ermesine yönelik kıymetli aktörlerden biri olduğumuzu biz değil tüm Avrupa ve dünya söylemeye başladı. Bu mevzuda Avrupa’da gerçekleştirilen kilit konferanslarının en kıymetli davetlileri ortasında yerimizi aldık.

Bundan da öte, ABD’nin Avrupa güvenliğinin sağlanmasında geri çekilmeye başladığı bir periyotta, tekrar şekillenmekte olan Avrupa güvenlik mimarisinin en önemli saç ayaklarından biri olduğumuz aşikar.

Avrupa Birliği ile bağlantılarımızın tekrar canlanması için karşılıklı elverişli kuralların da oluştuğunu görüyoruz.

Ancak her vakit dediğim üzere konutumuzun içi sağlam olursa bu gücümüzü dışarıya yansıtabiliriz. Yoksa önümüze çıkan tarihi fırsatı kaçırırız.

Son günlerde konutumuzun içinde maalesef bir türbülans baş gösterdi.

Daha bir sonraki seçimlere 3 seneye yakın vakit varken, birtakım meseleler siyasi diyalogla ve formüllerle çözülebilecekken bu türlü bir çalkantı içinde kalmak bizi ileriye götürmez.

Vaktiyle Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve şahsıma yapılan haksızlıkları kamu vicdanının nasıl kabul etmediğini hatırlayalım. Misal yanlışlıklar halkın iradesiyle belediye başkanı seçilmiş olan Ekrem İmamoğlu’na da yapılmamalı.

Saati geriye alma, benzeri badireleri tekrar yaşama lüksümüz yok. Buna yer hazırlayacak teşebbüslere de hiç gerek yoktu.

Bu tıp çalkantılar, Türkiye’de hiçbir kesite ne iktidara ne de muhalefete hayır getirmedi, getirmez de. Hukuk ve hakkaniyeti kaybetmemeliyiz. Yoksa Türkiye kaybeder.

Elbette ki yargıya husus olan sorunlar yolunca ele alınmalı. Bunun da üniversal prensiplere yakışır olması gerektiğini hepimiz biliyoruz. Vaktiyle yaptığımız türel ıslahatların bunun için olduğunu hatırlayalım.

Aksi halde bugünün sıkıntıları, yarının yükü olarak karşımıza çıkar. Karşılıklı taktiksel atılan adımlar uzun vadede yolumuza taş olur.

İktidar ve muhalefet ortasında gerginliğin tırmanmasının hiçbir yararı yok. Bu türlü bir durum sürdürülebilir de değil.

Dolayısıyla bir sonraki seçimlere bu kadar mühlet varken, çatışma lisanı hakim bir siyaset izlemek yersiz olur. Yarının ne getireceğini şimdiden bilemeyiz.

Vatandaşları galeyana getirecek ataklardan doğal ki kaçınılmalı. Bu dikkatli bir formda yapılırken, vatandaşların haber alma özgürlüğü de daraltılmamalı.

Bugün yaşananların iktisattan dış siyasete Türkiye’nin yakın ve uzak geleceği için olabilecek tesirleri güzel hesaplanmalı.

Dolaylısıyla bu gerginliğin bir an evvel yatıştırılmasına gereksinim bulunuyor.

Uzayabilecek ve çıkmaza sürüklenebilecek yargılamalardan kaçınılması değerli. Bu sürecin maksimalist bir anlayış içermemesi gerekir.

Daha evvel, tüm ülke olarak özveriyle yerine getirdiğimiz Kopenhag ve Maastricht kriterlerini, “Ankara” kriterleri formunda tekrar canlandırmanın vakti.

Siyasi ve ekonomik olarak canlandıracağımız ıslahatlarla rüşvet, çeteleşme, şeffaflık ya da hesap verilebilirlikte kusur üzere bugünümüzde yeri olmaması gereken bahislerin önüne otomatik geçilecektir.

Dünyanın ve bölgemizin içinden geçtiği bu çetrefilli süreçte konutumuzun içinde kutuplaşmanın vakti değil.

Ortak hedefin hukukun üstünlüğü ve demokratik pahalar kapsamında Türkiye’yi daha ileriye taşımak olduğunu biliyoruz. Unutmayalım ki bunun dışındaki yollar Türkiye’ye ne memnunluk ne de refah getirir.”